Röportaj : Ruhu Sokakta Bir Adam Mustafa Seven
Röportaj için Galata Kulesi’nin önünde buluştuk. Ofisine doğru yaptığımız kısa yürüyüşe, sokakta üç beş “Merhaba” ve birkaç kafa selamı sığdırdı sokağının Mustafa Abisi!
Sohbete başladığımızda ilk cümlelerinden biri “Konuşmayı pek sevmiyorum” oldu ama biz çok keyifli, tartışmalı, kimi an dertli, kimi an duygusal bir adam gördük karşımızda. Birçoklarımız hatta yabancı fotoğrafçılar bile onu Instagram’da paylaştığı mükemmel şehir fotoğraflarıyla tanıyor! Alçakgönüllü, sokakta olmayı seven, ruhu sokakta olan bir adam o… Ve tam bir İstanbul aşığı!
Klasik bir soru olacak ama sizi merak ediyoruz. Hikayenizi kısaca dinleyebilir miyiz?
1993 yılında öğrenciyken fotoğrafla tanıştım. Elime bir kamera geçti, merak ettim, kurcaladım ve çok hoşuma gitti. Ertesi gün siyah beyaz negatif film aldım, fotoğraflar çektim, sonra gittim yıkattım… Tabi o zamanlar hiçbir şey bilmiyorum.
Aslında çocukluğumdan beri kendimi çizerek ifade ediyorum, konuşmayı çok sevmem, yazı yazmayı sevmem... Hep çizerek anlatmayı severim ve o zamanlar hayalim karikatürist olmaktı. Bu yönde bir şeyler yapıyordum lisede ve üniversitede. Okulun 1. senesinde başladım fotoğrafa ve çok hoşuma gitti… Onunla kendimi ifade edebilme kabiliyetini görmek, ona dokunuyor olmak ve var olmak. Sonra 1995’te foto muhabirliğine başladım. Oradan Hürriyet’e geçtim, sonra Milliyet’te 7 yıl görev yaptım. Sonrasında 6 yıl da Akşam Gazetesi’nde fotoğraf editörlüğü yaptım. 5 sene önce de kurumsal anlamda fotoğraf editörlüğünü tamamen bıraktım ve serbest çalışmaya devam ediyorum.
Medyadan çıkış düşüncesi neden?
Kendimi yeteri kadar ifade edebildiğimi düşünmüyordum.
O zaman da bu kadar geziyor muydunuz?
Milliyet’teyken çok seyahat ediyordum. Akşam’da editör olduktan sonra biraz daha içeride kaldım. O zaman çok bireysel işlerim dışında çok fazla gezemiyordum. Bense yolda olmayı çok seviyordum. Yolda varlık göstermeyi ve yol üzerinde yaşadığım hikayeleri ve varlığımı tamamlayan insanlarla olmayı seviyorum. Sıkıcı bir durumdu benim için sürekli İstanbul’da olmak, işime gelmiyordu ama bir iş vardı yapmam gereken...
Başarılı bir gençtiniz değil mi? Gazetelerde çalışırken amirleriniz “çok iyi fotoğraf çekmişsin” der miydi mesela?
Başarı benim için çok önemli bir şey değil açıkçası. Yani şu anlamda önemli değil, benim kendimi başarılı buluyor olmam ve kendimi böyle tarif ediyor olmam suni bir şey geliyor ve bu bir tuzak benim için. Tabi ki sonuçta işlerim beğeniliyordu ki birçok gazetede çalışabildim, işlerim beğeniliyordu ki foto editörü olarak çalışabildim. Ama önemli olan şuydu benim için, ben kendimi doğru biçimde ifade edebilecek kanallar yaratmak ve kanalları en doğru biçimde kullanmak istiyordum, gazete de bunlardan bir tanesiydi. Sosyal medya araçlarının bu kadar gelişmediği zamandan bahsediyoruz ve insanlara ulaşmanın tek aracıydı geleneksel medya. Orada olmak önemli bir şeydi benim için bu anlamda.
Instagram da ilk kullanıcılardan birisiniz sanırım değil mi?
Fotoğrafçılardan ilk ama ilk kullanıcı değilim tabi ki.
Fotoğraf camiasında ilk kullanıcılardan olmanız acaba şu anki popülariteyi etkilemiş olabilir mi? Yabancı fotoğrafçılara sorduğumuzda da Türkiye’de sizin isminizi vermeleri mesela…
Tabi sonuçta bu kadar hızlı ve yaygın olmasının en büyük nedeni Instagram. İstanbul’da kendi çevremizde adımı biliyorlardı ama daha geniş kitlelere ulaşmak, yurtdışında bu kadar tanınıyor olmak ve fotoğrafın sadece izleyicisi olarak bakan insanların bile adımı biliyor olmasının sebebi tabi ki Instagram’da bu kadar fazla varlık göstermiş olmam.
Sokakta yaşanan bir şeyi doğrudan verebilen, çok estetik kaygısı olmayıp sokakta hayvanla oynayan bir çocuğun en iyi anını yakalayıp vermeye çalışan bir adam görüyorum orada… Doğru mu tanımladım sizi?
Benim için şöyle bir serüveni var fotoğrafın: Ben fotoğrafın her alanında iş ürettim ve hepsinde çalıştım! Yani moda fotoğrafçılığını merak ettim, gittim moda fotoğrafları çeken birinin yanında asistanlık yaptım. Bunu yaparken de foto editörüydüm aynı zamanda. Yemek fotoğrafını merak ettim, gittim, yemek fotoğraf çeken birinin yanında asistanlık yaptım. Mimari fotoğrafları merak ettim, reklam fotoğrafını merak ettim… Bunlar iştahsızlıkla ilgili şeyler değil, yanlış anlaşılmasın.
Ben sonuçta bir foto muhabiriyim. İşim belli, kendimi nasıl tanımladığım belli ama bunları bilmeden onu iyi şekilde yapabileceğimi düşünmedim. Hep onları bilmem gerektiğini düşündüm. Çünkü “yemek” sokağın bir parçası, “fashion” sokağın bir parçası, “mimari” sokağın bir parçası ve bütün bunları bilmeden ya da bütün bunların içinde bir şekilde var olmadan kendi kimliğini, kendi karakterini oluşturmanın çok mümkün olacağını düşünmüyorum. Ve ben bunun için çok emek verdim, çok uğraştım.
Bir de tekniği daha fazla önemsediğim bir dönem var. Ama artık 20 yıldan fazlasını neredeyse geride bıraktım. Artık teknik çok önemsediğim bir mesele değil, ben tekniğin artık bir şeylerin arkasında kalması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ben neysem, varlığımın nedeni neyse, hayattaki varoluş amacım neyse fotoğrafım da o olmalı. Ve o olduğunu düşünüyorum! Dolayısıyla artık benim için teknik meseleler pek anlam ifade etmiyor. Yok işte fotoğraf altın oran değilmiş, modelin kolu, bacağı kesilmiş… Bir şeyi doğru biçimde anlatıyorsa fotoğrafçı (kendi fotoğrafımdan söz ediyorum) bitmiştir benim için! Estetik kaygısını çok umursamıyorum.
Sokakta yürürken insanlara selam veren, insanlarla sohbet eden birinin çektiği fotoğraflar oluyor o zaman…
Sokak benim varlık nedenim, ben zaten sokakta yaşıyorum. Hayatım sokakta geçiyor, çocukluğumdan beri de öyle yani. Hiçbir zaman salon insanı olamadım, olamam da! Çünkü ruhum hep sokağa yatkın… Küfretmeyi seviyorum, serserilik etmeyi seviyorum, sokağın o hard tarafı neyse o tarafta olmayı seviyorum.
Türkiye’de yaşıyorum, doğal olarak diyorsunuz…
Fark etmiyor, dünyanın her yerinde yaşayabilirim. Benim için hiçbir önemi yok. Nerede olursam olayım, o ülkenin kodları neyse, o sokağın dili neyse, oradaki dili hep merak ederim. Çünkü sokağın dilini biliyorum, orada nasıl varlık gösterebileceğimi de biliyorum. Bu yüzden kendimi en iyi ifade edebileceğim şey bu olduğu için bunu yapıyorum. Çünkü kendimi en iyi hissettiğim yer burası.
Burcunuz nedir?
Başak
Çok enteresan bir Başak için bu kadar sokakta yaşamak… Olduğun gibi davranmak…
Yok, kasmak yapabileceğim bir şey değil.
Duygusal bir adam mı oturuyor karşımda?
Evet, duygusalım.
Fotoğraflara bakıyorum, düşünüyorum mesela nasıl çekmiştir, karşısına mı çıkmıştır, tasarlamış mıdır diye ve bunun cevabını şu an alıyorum…
Fotoğraflarda asla kurgu yapmıyorum. Reklam ve ticari fotoğraflarım hariç tabi ki.
Bazı fotoğraflarda kurgu olamaz zaten, fotoğraf çok kurgu gibi duruyor ama o kedi oraya getirilemez, o adam oradan geçirilemez… Fotoğraf bunu ele verir. Şunu kurgu saymıyorum ama… Bazen bazı şeyleri ciddi bekleyebiliyorsunuz, hani Galata Kulesi’nin yansımasının gölgesi oraya düşsün şeklinde beklenebiliyor... Değil mi?
Benim günlerce beklediğim şeyler de var.
Var mı öyle sağlam bir hikaye? Yani böyle beklenmiş, kovalanmış…
Sokak fotoğrafı değil ama ilk aklıma gelen, Caretta Carettalar’ın doğum anını bir dergi için çalışıyorduk bundan bir 6-7 yıl önce. Antalya’da Olympos plajında Caretta Carettalar yumurtadan çıkacaklar, denize gidecekler, işte gönüllüler de oradan denize sağlıklı bir şekilde varmalarını sağlıyorlar, hiçbir şekilde müdahale etmeden. Müdahale edildi mi tüm ayarları bozuluyor hayvanların… Ne çıkacakları belli değil, sabaha karşı çıkıyorlar, çünkü güneş doğmaya yakın çıkıyorlar yumurtadan ve güneşi takip ederek denize ulaşıyorlar. Bunun için 3 gece plajda yattım, çıkana kadar bekledim orada. Bekledim derken, ilk gün de çıktılar ama istediğim fotoğraf olmadı, yani çekemedim. Dolayısıyla o gün bir şey olmayınca mecbur ertesi gün… Pek istediğim gibi olmadı, beğenmedim fotoğrafları. 3. gün tek bir kare beğendim zaten sonra bitti benim için. İstediğim bir kareydi, o da oldu. Çok var tabi böyle hikaye.
Daha çok ne ile çekim yapıyorsunuz?
Instagram hesabımın çoğunu akıllı telefonumla çekiyorum. Tabi profesyonel çekimler için kullandığım cihazlar da var.
Kullandığınız filtreler neler peki mobilde?
Ekstra hiçbir şey kullanmıyorum, sadece Instagram’ın kendi filtreleri... Ve kısarak kullanıyorum, yüzde 10-15 civarında koyuyorum filtreyi.
Mobil fotoğrafçılığa, fotoğrafçılık olarak bakıyorsunuz yani…
Tabi ki!
Fotoğrafçılık dünyasında genel olarak böyle bakılmıyor, sizin bu yorumunuz ilginç geldi.
Şöyle yanılsama hepimiz için… Amatör veya profesyoneller içinde de var… Ekipmanı veya makinaları kutsamak bana saçma geliyor. Yani bunların hiçbir önemi yok ve olmamalı!
Aynen öyle, çünkü araç bu! Yani malzemenin dijital olmasının bir önemi yok, çünkü dijital bir malzeme kendini nasıl iyi hissediyorsan ya da kendini nasıl iyi ifade ettiğini düşünüyorsan evrilecek… Analog dönemde değiliz. Film kullanmıyoruz, negatif kullanmıyoruz, yani bu üretilmiş bir malzeme… İstediğin gibi oynamana müsaade eden bir malzeme! Sen kendini abartmayı seviyorsan fotoğrafla o şekilde oynayabilirsin...
Evet, mesela HDR… Herkes sevmiyor. Daha doğrusu -beğenmemekten ziyade- klasik fotoğrafçılar HDR’yi doğru bulmuyorlar…
Tamam, sevmiyor olabilirsin işte bunu söylemeye çalışıyorum! Yani birileri onu seviyor ya da benim ona bir laf söyleme cüretim yok, haddim değil! Ben kuru fasulye sevmiyorum diye bütün kuru fasulye sevenlere laf edemem ya. Birileri benim yaptığım şeyi seviyor, bana bakıyor. Başka birileri de onun yaptığı şeyi seviyor, ona bakıyor.
Fotoğrafçılık bir alan, bir disiplin sonuçta. Bunun okulu var ve disiplin dışı uygulamaları belki klasik fotoğrafçılar uygun bulmuyor olabilir. Aslında bundan bahsediyorum biraz da…
Bu akademisyenlerin sorunu olabilir. Bunu nasıl tanımlıyorlar bilemiyorum. Mesela adam fotoğraf çekiyor, ne kökenli olduğunun hiçbir önemi yok. Elinde 3000 liralık telefon var ve onunla fotoğraf çekiyor, kendini fotoğrafçı olarak görüyor. Ne diyeceğiz? Sen fotoğrafçı değilsin, fotoğraf kökenli değilsin mi diyeceğiz? Bu şey gibi, birtakım egemen güçlerin kendi iktidarlarını korumaya yönelik bir çaba gibi geliyor bana. Ben sevmiyorum ama birileri seviyor, ne yapayım şimdi? Biri çıksın desin bana bu nedenlerden dolayı bu fotoğraf sayılamaz diye. Hoşlanmıyorum denebilir ama bu fotoğraf değil denmemeli.
Bu konu uzun bir zaman tartışmalara gece olacak gibi görünüyor… Peki, genelde fotoğraf çektiğiniz reklam kampanyaları neler oldu?
Aklına gelebilecek herkesle çalıştım. Biscolata, Samsung, Sony, THY gibi aklına gelebilecek tüm büyük markalarla iş yaptım.
Peki, hangisi daha keyifli, sokak mı stüdyo mu?
Fotoğrafı, ışığı ve uğraşmayı sevdiğim için aslında hepsi keyifli… Işığın sınırlarını, gücünün ne olduğunu keşfetmeyi seviyorum. Reklam fotoğrafı tabi ki de bayıla bayıla yaptığım bir şey değil ama sevmediğimi de söyleyemem.
Yurtdışında peki… Bir kampanyanız oldu mu? Böyle bir teklif geliyor mu?
Yurtdışında reklam değil, daha çok dokümantasyon işler yapıyorum. Belgesel işler yapıyorum, yurtdışında reklam çekmedim.
Fotoğrafçılığını beğendiğiniz, takip ettiğiniz isimler…
Var tabi ki! Bizdeki foto muhabirlerini gerçekten çok beğeniyorum. Yetenekli foto muhabirlerimiz var. Hepsi çalışma arkadaşlarım zaten, 17-18 yıl beraber çalıştık. Onlarla çalışıyor olmak acayip şeyler öğretiyor insana. Yurtdışında da var tabi işlerini büyük zevkle takip ettiğim, keyif aldığım isimler…
Siyah beyazı daha mı çok seviyorsunuz?
Evet… İşlerimin yüzde 90’ı siyah beyaz. Ticarileri saymıyorum yine…
Yani daha mı estetik, daha mı duygusal?
Açıkçası kendimi daha iyi hissediyorum. Benim ruh dünyamla ilgili olabilir!
Siyah beyaz teknik olarak neyi anlatmanızı sağlıyor?
Hikayeyi daha çok öne çıkarıyor diye düşünüyorum. Renk, dijital dünyanın verdiği değiştirme ve dönüştürme gücü. Renklerin gereğinden fazla abartılarak sunulması, benim çok hoşlandığım bir durum değil. Ve bazen o kadar çok tuzak olarak kullanılmaya başlanıyor ki hikayenin bile önüne geçiyor. Yani hikayen güçlü ve doğruysa, iyi anlatışmışsa rengin bir önemi yok bana kalırsa. Siyah beyaz, renklerden arındırılmış bir fotoğrafın, hikayenin gücünü artırdığını düşünüyorum ve dolayısıyla da benim kendi fotoğraf dilimde bu önemli. Ben zamansızlık hissini de seviyorum ve siyah beyazın o anlamıyla daha güçlü olduğunu düşünüyorum.
Sergileriniz oluyor yılda bir veya birkaç kez… Önümüzde böyle bir plan var mı?
2016’da 3 sergi yaptım, dolayısıyla yoğun bir seneydi. 2017’de de var, ilk sergiyi Tahran’da yaptım, Nisan’da Bakü’de olacak. Eğer yetiştirebilirsem çalıştığım bir konu var, Ekim-Kasım gibi İstanbul’da olmasını planlıyorum.
Türkiye’de fotoğrafçılık namına ne yapılması hoşunuza gider?
Fotoğrafın güçlü bir iletişim dili olduğunu düşünüyorum. Dünyadaki en güçlü iletişim aracı bence. Ülkemizde daha baskın biçimde kullanılması gerektiğini düşünüyorum, daha fazla festivaller yapılması gerekiyor. Daha fazla fotoğrafın sokağa inmesi gerektiğini düşünüyorum. Akademisyenlerin veya fikir üreten insanların daha fazla söz sahibi olup, günlük hayatın akışını bize fotoğraf üzerinden anlatmalarını, bize bir pencere açmalarını istiyorum. Çünkü ben bireysel olarak, fotoğraf felsefesi üzerine hiçbir zaman bir disiplin ortaya koyan biri olmadım. Ama fotoğrafçılığın içinde tanıdığım, fotoğraf okumasını çok iyi bilen abilerimiz var. Bizim gibi insanlara daha çok yol göstermeleri gerektiğini düşünüyorum.
Video hakkında merakınız var mı?
Videodan çok kısa filmi merak ediyorum. Kısa film çekmek için bir yıldan fazladır bir senaryo arıyorum. Basit, prodüksiyon gerektirmeyen bir proje olursa değerlendireceğim. Ama tabi ki videonun daha da güçleneceğini düşünüyorum.
Türkiye’de veya dünyada fotoğraflamayı en sevdiğiniz veya gidip gezmek istediğiniz bir yer var mı?
Latin Amerika bölgesini kapsayan çok uzun bir rota yapmak istiyorum. O bölgede sadece Arjantin’e gidebildim. Ama buna ne zaman ayırabilirim hiçbir fikrim yok. Gerçekten çok arzuladığım bir şey. Onun dışında İstanbul tabi ki! Fotoğraf için kendimi en iyi hissettiğim yer burası! Varlığımı en iyi burada gösterebiliyorum! Buradaki sokakları ve insanları iyi tanıdığımı düşünüyorum. Bir de Paris’i ve New York’u çok seviyorum.