Dört Köşe Merih Akoğul
Makale

Ustaların Hatırasıyla

Bir bir ayrılıyor ustalar aramızdan. Görevlerini bitirip terk ediyorlar, adına yaşam dediğimiz bu nesnel dünyayı. Tarifsiz bir iç sızısıyla ve dinmeyecek bir özlemle hatırlıyoruz onları.

Kederimizi, yine de onları tanımış olmanın sevincinden düşüyoruz. Fotoğrafın merkezkaç kuvvetiyle yıllar boyu bir arada oluşumuzu; birbirimizin sergilerine, gösterilerine konuk gelişimizi, sohbetlerimizi, fotoğrafı daha yukarılara çıkarmak için gösterdiğimiz çabaları, mazinin sisiyle örtülmüş günlerimizi hatırlıyoruz.

Ne güzelmiş fotoğrafa sevdalandığımız 70’lerin 80’lere bağlandığı o günler. İçimizdeki tarifsiz coşku ile bize neler getireceğini bilmediğimiz geleceğin heyecanını birlikte yaşıyorduk. Gençtik ve ideallerimiz vardı. En büyük tutkumuz, sergilerine gittiğimiz, gösterilerini izlediğimiz ustalarımız gibi olmak, sonrasında da kendi yolumuzu bulup daha ilerilere ulaşmaktı. Bir ülkü gibi yaşatırdık fotoğrafı zihnimizde. Yazgımızda “80 Kuşağı” olarak anılmak varmış.

Yanlarına gitmiştik, kendimizi tanıtmıştık; fotoğrafı ne kadar çok sevdiğimizi, çalışmalarının bizleri ne kadar etkilediğini söylemiştik onlara. Çekinerek, amatör fotoğrafçı olduğumuzdan, fotoğraf sevgimizden, ileride ‘ciddi’ fotoğrafçı olma hayalimizden söz etmiştik. Gülümseyen yüzleri ile karşılamışlardı bizleri. Moral vermişlerdi, yol göstermişlerdi. En büyük dileğimiz onlarınki gibi güzel fotoğraflar çekmekti. Mutlulukla ayrılmıştık yanlarından. Eve gidip elimizdeki sınırlı sayıdaki dergileri açıp heyecandan hızla çarpan kalbimizle, ileride bizlerle buluşacak fotoğraflarımızı düşlemiştik. Bizi de onlar gibi fotoğraflarımızla sevsinler istiyorduk.

Kaya üstü resimleriyle ilgili yaptığı dia gösterisinde şahsen tanımıştım Ersin Alok’u. İnanılmaz bir bilgi ve coşkuyla anlatıyordu fotoğraflarını. Onun sayesinde ülkemizin coğrafi değerlerini tanımıştım. Bu inanılmaz gösterisini izlediğim kişi, aynı zamanda 10 yaşında Dağlarımız adlı kitabına sahip olduğum, 1977 yılında 14 yaşındayken de Yeni Fotoğraf Dergisi’nin 4’üncü sayısında fotoğraf üzerine bir makalesini okuduğum aynı fotoğrafçıydı. Sonrasında Profesyonel Tanıtım Fotoğrafçılar Derneği’nde (1992) aynı kurulda birlikte çalışmıştık. 2016 yılında Eczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi’nin yedinci kitabının editörlüğünü yaparken bir aradaydık. Son olarak da Ekim ayının ilk günü onun Türk bayrağına sarılı tabutunun başında saygı konuşmamı yaparken buldum kendimi. Dağlar, buzullar, denizler, okyanuslar, göller, kaya üstü resimleri nasıl bir tabuta sığabilirdi? Sığmadı da! Ersin Alok, seçkin bir ruh, gerçek bir hümanist ve dünyanın doğal dengesinin gidişatından tedirgin olarak insanları her fırsatta uyaran gerçek bir çevreciydi. Ve o muhteşem fotoğraflarıyla aramızda dolaşmayı hâlâ sürdürüyor.

Ardından başka bir efsane fotoğrafçıyı daha kaybettik. 1981 yılında o benzersiz Anıtkabir gösterisini izlediğim Nusret Nurdan Eren de aramızdan ayrılmıştı. Büyük bir doğa aşığı olan Eren, ülkemiz coğrafyasını doğası ve kültürüyle seçtiği kadrajlar üzerinden fotoğraflarına ustaca taşımıştı. Onun fotoğraflarında, mimari titizliğini rahatlıkla gördüğümüz, kılı kırk yaran özen ve kusursuz işleyen matematik vardı. İster peri bacalarını ister bir gülü yakın plan çeksin, neredeyse bütün fotoğraflarından yayılan, abidelere baktığımızda görebildiğimiz bir görkemi hissedebiliyorduk.

Biraz münzevi yaşamayı seçen Nusret Nurdan Eren, genelde yaptığımız sohbetlerde, hâlâ çekemediği ve arşivinde eksikliğini hissettiği fotoğraflardan sıklıkla söz ederdi. Oysa somut gerçekliği soyut güzelliklere dönüştürdüğü, görende hayranlık uyandıran inanılmaz fotoğraflara sahipti.

Artık Anıtkabir sessiz, Kapadokya gizleriyle baş başa, arkasında bıraktığı çiçekler ve mantarların boynu bükük kaldı. Umulmadık anlarda ilginç konuları paylaştığın o ders verircesine dikkatli ve özenli uzun telefon konuşmalarını özleyeceğiz büyük usta. Ülkemiz fotoğrafı sayenizde şiirsel bir boyut kazandı.

Yitirdiğimiz ustaların arasına ülkemizin fotoğraf dalındaki ilk profesörü Mehmet Bayhan da katıldı. Türkiye’de fotoğraf eğitiminin gelişimi konusunda büyük çabalar gösteren, İDGSA Fotoğraf Enstitüsü’nün kuruluşundan Yıldız Teknik Üniversitesi’nde fotoğraf bölümü kurulmasına kadar eğitimi en ön sıralara koyan ama hepsinden daha önemlisi, başkanlığı sırasında ülkemizin en eski fotoğraf derneği İFSAK’a altın devrini yaşatan, amatör fotoğrafçıları yüreklendiren; fotoğraf alanında uluslararası bağlantıları, yazdığı mektuplar, gerçekleştirdiği sergi ve yarışmalarla kuvvetlendiren, FIAP ile ilişkileri başlatan gerçek bir fotoğraf gönüllüsü idi.

Bazen kırılır, bazen küser ama her zaman fotoğrafa olan sıkı bağlarıyla üzerine aldığı her görevi ciddiyetle yerine getirirdi. Dernekçilikten federasyona giden yolda, bireyin örgütlenerek topluluk oluşturmasında ve başarı için aynı yönde ortak hareket edilmesi konularında Mehmet Bayhan’ın yaptıklarını fotoğraf camiası daima hatırlayacaktır.

Ekim ayı içinde fotoğraf dünyamızın orta kuşak fotoğrafçılarından iki kaybı daha oldu: Akademi’ye girdiğim 1981 yılında dönem arkadaşım olan, İstanbul gezilerimizi sergi turlarıyla keyiflendiren, ülkemizin üretken ve başarılı fotoğrafçılarından Manuel Çıtak ve 90’lı yılların ortasında İFSAK Yönetim Kurulu’nda başarılı çalışmalara imza atan Sinan Turan. Onlar da erkenden bırakıp bu dünyayı, kaderlerinin yolunu izleyerek aramızdan ayrıldılar.

Güneşli günleri örten bulutlar gibi araya giriyor ayrılıklar. Artık o yağmurlu günlerin hüznünü ruhumuzun derinliklerine kadar yaşamanın tam zamanı. İyi ki vardınız ve ışığınızla yolumuzu aydınlattınız. Ustalarım, hocalarım, yol arkadaşlarım, güzel fotoğraflarınız ve ülkemiz fotoğrafçılığı adına yaptığınız her şey için sizleri daima sevgi ve özlemle hatırlayacağız.

Yazdır e-Posta