Ölüm ve Fotoğraf
Makale

Ölüm ve Fotoğraf

Kültürsüzlüğün ayrık otları gibi boy attığı, cahillerin kan bağı olmaksızın birbirleriyle akraba olduğu, geçmişini bilmemize rağmen karanlık geleceği yeterince dikkate almadığımız bir çağdayız...

Doğa iklim kriziyle, eriyen buzlarla, kuraklıkla, orman yangınları, depremler ve sellerle bizi uyarıyor. Biz ise olup biten karşısında -eğer kendi coğrafyamıza dokunmuyorsa- hiçbir şey olmamış gibi davranıyoruz.

Günümüzde çalışmak ve bunun sonucunda liyakat ile bir yere gelmek boş bir heves, hatta beyhude bir çaba olarak görülüyor. Tüm inanç sistemlerinde, yaşarken cehennem ile korkutulan insanlar, yaptıkları doğru olmayan her şeyi kendi akıllarınca bir bahane uydurarak çıkarları doğrultusunda yorumluyorlar. Ve yaşadıkları hayatı cehenneme çeviriyorlar. Ortaya çıkan her negatif davranış biçimi, eylemin niteliğine bakılmadan kimin kime ne yaptığıyla değerlendiriliyor. Zahiri düşmanlar yaratarak savaşıyorlar. Elbette, nişan alacak hedef olmadan bir yayla okun yapabileceği fazla bir şey yoktur.

Arşimet prensibinden haberli olmak, yüzme bilmeyenin boğulma sürecini ne kadar geciktirebilir? Teori ile pratik, tıpkı fotoğraftaki biçim ile içerik gibi belirli bir dengede olmak zorunda. Anlatılmak istenen mesele ya ritüellere dönüşmüş biçimin esiri oluyor ya da içeriğin bataklığında kaybolup gidiyor. Başlangıçta “Oku!” denilerek uyarılan insan, tıpkı hayvanlar gibi içgüdülerinin kurbanı oluyor. Akıl devreye girmediği zaman düşünce esintileri yegâne gerçeklik olarak kabul ediliyor. Ve tüm veriler inanma ediminin içinde mayalandırılarak soyut bir hal alıyor. Bu durum adeta akıl hastalarının davranış biçimlerine benzer psikiyatrik hadiseleri hatırlatıyor.

Düşüncenin geride kaldığı her durumda büyük sorunlar çıkması kaçınılmazdır. Yetersiz mühendislik anlayışıyla yapılan gemi elbette yüzmeden batacak, hızı zorlanan tren raydan çıkacak, insanlığın geleceği için uzaya gönderilen füze üzerinde gerektiği kadar çalışılmadığı için daha ilk kilometrelerinde patlayarak parçalarına ayrılacaktır. Bilim aklın vitrini gibidir, insanlığa yarayacak her şey oradadır. Teknolojinin varlığı ve kurallarının yerine getirilmesiyle de uygarlığın basamakları birer birer çıkılacaktır.

Bilgi, kültürün başlangıç meridyenidir. Her şey oradan yola çıkar. Duyguların da devreye girmesiyle, sanat için gerekli olan ortam yaratılmış olur. Teknoloji, gereksinimlerin önüne geçtiğinde, bilinçsiz üretime yataklık eder. Kültürün önü kapanır. Dünya için hiçbir şey eskisinden daha iyi olmayacaktır. Kıyamet, sadece evrenin sonlu olmasıyla ilgili bir varsayım değildir. Felakete tellâllık yapılan dünyada, yok oluşun ganyanını oynamaktadır insanlar.

Entelektüelliğin cehaletle kırılan ruhunu teselli etme konusunda genellikle sanat devreye girer ve üretimlerle toplumun ruhunda bir arınma yaşanır. Dünyayı kötülük ve erdemsizlikle donatmak isteyenler, genelde güzelliği göremeyen, müzikten edebiyata kadar birçok sanat dalından haz alamayan, sanat eserleri ve sanatçı ile karşılaştıklarında rahatsızlık duyan insanlardır. Onlar, bu cehennem azabını karşı karşıya geldikleri insanlara aktarabilmek için ellerinden geleni yaparlar.

Sanat, evrenin kültür burçlarını özenle korur. Bu kale düşerse, insanın ruhu da kötülük tarafından esir alınacaktır. Zihnin direncini yükseltmek konusunda sanatçıya büyük görevler düşmektedir. Her sanat yapıtı bireysel bir dışavurum olarak gözükse de en azından toplumun aydınlanmaya açık bilinçli kesimine büyük hizmetler verecektir. (Fakat bu arada sanatın kendini aşan, sloganlarla örülü, estetiği arka plana atılmış, plastik değerlerden yoksun örnekleri kara sularımıza asla girmemektedir.)

Şiirde önemli olan dizedir, müzikte ise melodi; anlatılmak istenen sloganlaştırılarak ön plana çıktığında sanat değerinden kaybeder. En azından zamana karşı olan savaşımını yitirir. Bu durumda, ideoloji çöktüğünde sanat da çöker. Ne bir inancın ne bir dogmanın ne bir milliyetin ne doğulan memleketin ne tutulan futbol takımının ne üyesi olunan derneğin sanatsal üretimle doğrudan ilişkisi olmamalıdır. Sanatın kendine ait güzergâhı vardır.

Belleği diri tutma konusunda sanatçıya büyük görevler düşmektedir. Savaş kaybedilirse eğer, bu kez de sanatın teselli edici yönü devreye girer. Dünyada, anlar üzerinden değer kazanan belge fotoğrafı kadar faydalı az şey vardır. Kötülerin en belirgin yanı ruhlarının asla huzur bulmayacak olmasıdır. İyi insanlar, düşüncelerini sanat yapıtlarına dönüştürüp resim, şiir ve fotoğraflarıyla hatırlanacak, ölümlerinden yüzlerce yıl sonrasına kalıp ışıklarını yaymaya devam edeceklerdir.

Kimileri dondurduğunu söylese de fotoğraf anları öldürür. Her şey ölüm katılığına bürünür ve farklı bir enerji yaymaya başlarlar. Fotoğrafta görülen nesne ve kişiler -her ne kadar eski tanımıyla da olsa- objektif önünde gerçekleşmiş olarak kabul edilir. Yapay zekâ hayalken, insanlar kendilerine gösterilenleri doğru olarak kabul etmek zorunda bırakılmışlardı.

Bir annenin rahminden dünyadaki serüvenlerine başlayan insanlar, yaşam biçimleri nasıl olursa olsun en çok yüz yıl içinde ölümle buluşacaklardır. Üstelik yaşarken hastalıklarla mücadele edecek, ölünce de vücudunun ürettiği kurtlarla kısa bir sürede yok olacaklardır. Ölüme karşı kimsenin yapabileceği bir şey yok. Ve unutulmaması gereken, kurtların kemiremeyeceği tek şey ruhlardır. Sanatçılar ve sanat yapıtları… Tüm bu yok oluştan geriye sadece onlar kalacaktır.

Yazdır e-Posta