Türk Fotoğraf Sanatında Bir Yenilikçi: Şahin KAYGUN
“Benim için sanat evrenseldir, dünyanın ortak dilidir. O yüzden yerel renkler beni ilgilendirmiyor...
Ben ulusal değerlerden yola çıkarak film yapacaksam, tiyatrolar ille de ulusal tiyatro yapacaklarsa biz Hacivat ve Karagöz’den, Ortaoyunu’ndan, mehter takımından ileri gidemeyiz.”
Şahin KAYGUN
Yazı: Doç.Dr. A. Beyhan ÖZDEMİR @beyhanozdemir51
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Fotoğraf Bölümü Öğretim Üyesi
Şahin Kaygun, fotoğrafa çocukluk yıllarında aşık olduğu İngilizce öğretmeninin, yakın arkadaşlarının ve kardeşlerinin fotoğrafını çekmekle başlamış ve önceleri kendi çevresiyle ilgilenmiş, yaşamı boyunca da hep çevresinin ona esinlendirdiği etkenlere bağlı kalmış bir sanatçıdır. Gördüğünü fotoğrafın görsel olanakları düzeyinde dönüşüme uğratıp, birtakım teknik ve ideolojik müdahalelerle estetik işlemlere tabi tutarak yapıtlar vermiş, fotoğrafı mekanik bir işlem olarak görmemiş, diğer sanat dallarıyla bütünleşmeye en yatkın bir etkinlik olarak algılamıştır. Kaygun, araştırmacı, deneyci ve titiz bir sanatçı kişiliği ile yeniliklere açık bir kişi olduğunu kısa sürede çalışmalarıyla göstermeye başlamıştır.
Bütün sanatlar arasında ilişki vardır ve değişik teknikler de bu sanatların gelişmesini, yarattıklarını ve kendi aralarındaki bağları etkilerler. Sanatların bileşimi Şahin Kaygun’un çalışmalarında önemli bir yer tutar. Fotoğraf anlayışında oldukça fazla görsel sanatlardan yararlanma vardır. Oyunların yapısını ve sahne ışığını bir grafikçi gözüyle değerlendirerek, “siyah ve beyaz”ın çatışmasından yararlanarak, grafik etkileri ağır basan fotoğraflar üretmiştir. Tiyatro fotoğrafları çalışmalarında tiyatronun sorunlarını gündeme getirirken bile, betimleyici anlatımıyla düşsel, fantastik ve oldukça görseldir. Belleğindeki doğaüstü kavramlarla, sahne sanatının görselliğini simgelemiştir. Kaygun’un çalışmalarına baktığımızda sanat dalları arasındaki sınırların yok olmaya başladığını, yeni sanat alanlarının ortaya çıktığını ve bunun çağdaş sanatın gelişiminin bir evresi olduğunu vurguladığını ve anlatım olanaklarının yanı sıra teknik olanakların sınırlarını da aşmak istediğini görürüz. Bu nedenle fotoğrafa farklı malzemeler katar. Silme, kazıma, boyama, kolaj ve fotomontaj gibi teknikleri fotoğraf çalışmalarında kullanır. Kaygun, aslında bir süre fotoğraf “çektikten” sonra kendine özgü bir biçem yaratmış ve artık fotoğraf “yapmaya” başlamıştı.
Şahin Kaygun’un yaklaşık 30 yıllık bir geçmiş ve birikime sahip fotoğrafik çalışmalarını 5 ayrı dönem içinde değerlendirmek gerekir. Kronolojik olarak incelendiğinde; “Asker ve İşçi Fotoğrafları”, “Grafiksel, Siyah ya da Beyaz Fotoğraflar”, “Sanat İnsanları”, “Polaroid Fotoğraflar” ve “Foto-Pentür Çalışmalar” başlıkları altında toplamak olasıdır.
“Düşünce”nin Görselleştirilmesi: Asker ve İşçi Fotoğrafları
1970’li yıllar Türkiye’de fotoğraf sorunlarının tartışma düzleminde ele alındığı yıllardır. O dönemde, o zamana kadar genellikle bölgesel ve amatör nitelikler göstermiş olan örgütlenme çabası, Şahin Kaygun’un da kurucuları arasında yer aldığı “FOTOS”la belirli bir ivme kazanmaya başlamıştır. FOTOS 1977’de kurulmuştu. Derneğin ilk toplu sergisi ise “Yalnızlık” konusunu içeriyordu. Şahin Kaygun, bu sergiye asker fotoğraflarıyla katılmış ve böylece 1970’li yıllara gelinceye kadar İstanbul dışında açtığı sergilerle bir arayış içinde olduğunu gösteren ilk denemelerden sonra seçeneğinin fotoğrafta ustalaşmak olduğunu ortaya koymuştu. FOTOS sergisinde yer alan “Asker” fotoğrafları, genellikle bir talimden sonra silahlarını çatarak dinlenen askerleri konu alır. Bir insan manzarasının bütün içeriksel öğelerini kapsayan bu dizi, aynı zamanda insancıl bir mesajı da gündeme getirir. Yığınlar içinde bile olsa insan, kendi dünyasının çevresiyle sınırlıdır. Bu gerçeği, askerlerin tavırları kadar, objektife takılıp kalan bakışları da açıklıkla yansıtır. Şahin Kaygun’un bu fotoğraflarında gizli bir portre endişesi ve arayışı vardır.
Anadolu fotoğrafları, genelde portre ağırlıklı gibi görünür. Arkaya gerilmiş bir perde gibi duran portre dışındaki dünya, anlatılmak istenenin tümünü en iyi biçimde içinde saklar. Bu bir anlamda Şahin Kaygun’un anlatımcı tavrının bir uzantısı olarak değerlendirilir. Şahin Kaygun, asker ve işçi fotoğraflarını, Anadolu görüntülerini ve daha sonraları gerçekleştirdiği Salzburg izlenimlerini fotoğrafın sıradan ve bilinen kullanım alanına paralel bir yöntemle, yani “düz fotoğraf”ın kuralları içinde üretmiştir. Ancak bu fotoğraflarında herhangi ilginç bir olayı ya da görüntüyü saptamak ve yansıtmak yerine, izleyicinin o fotoğraflarda bulmasını sağlayacak bir “düşünce”yi görselleştirmiştir.
Kaygun’un “rastlantısallığı aşan bilinç düzeyi” araştırması, 1980 yılında yaptığı Salzburg seyahatiyle başlar ve dönemin ilk sergisini Ocak 1982’de Ankara’da açar. Sergilediği fotoğrafların ilk dikkat çeken özelliği, bitmemiş izlenimi veren, sonu açık bir yapıya sahip olmalarıdır. Çoğunlukla fotoğraflarda çeşitli doğal ortamlara serpiştirilmiş anlam yüklü semboller vardır. Söz konusu edilen, insan doğasının ayrılmaz bir parçası durumundaki ölüm ve yaşam düşüncesinin içerdiği çelişkilerle kaynaşmış olan direniştir. Kaygun, temalarında “ölüm”ü kullanmaya girişir. İnsan doğasının vazgeçilmez iki öğesi olan “yaşam” ve “ölüm” kavramlarını felsefi boyutlarda ele alır. Salzburg’daki çalışmalarında yer alan “ölü kuş” dizisi, ölüm-insan-yaşam üçgeninde değerlendirilir. Bu dizideki fotoğraflarında, daha sonraki yıllarda yaptığı çalışmalarındaki simgesel anlatımın ilk örnekleri olan simgelere başvurur.
Fotoğraf Dilini Çözümleme Arayışı: Grafiksel, “Beyaz” ya da “Siyah” Fotoğraflar
Şahin Kaygun’un fotoğrafı farklı yaklaşımlarla ele almasının temelinde, aldığı grafik eğitiminin büyük payı olmuştur. Çünkü grafik, tasarımın çoğulcu yapısını öngören ve yaratıcı etkinliği, her türlü malzeme, araç ve gereç kullanımı kapsayacak bir düzlem üzerinde yaymayı amaç edinen bir çalışma alanıdır. Bu alanda Kaygun, fotoğrafta ancak kendinin kurabildiği “dünyalar”ın yer almasından yanaydı. Bu yüzdende her yenilikçi hareketin içinde ve önünde yer almıştı. Bilinen basit tekniklerden yola çıkarak salt fotoğraf anlayışının dışında başka anlatım biçimleri de denemek istemiştir. Bu amaçla büyük boşlukları kendisine mekan olarak seçiyor ve figürlerini bu boş alanlar içine yerleştirerek istediği dengeleri kuruyordu. Mekan, zaman, boyut gibi kavramları olabildiğince yalınlaştırarak grafik bir çerçeve içinde özgün bir dünya sunuyordu. Bu dönem çalışmaları “beyaz fotoğraflar” ve “siyah fotoğraflar” diye sınıflandırılabilir. “Beyaz fotoğraflar”; grafik düzenleme kaygılarının ürünleri olarak görülebilir. Göz alabildiğine uzanan karla örtülü bir manzaranın kenarına köşesine yerleştirilmiş figürler, fotoğrafın görsellik olgusunu akla getirebilecek ölçüde etkileyicidir. “Siyah fotoğraflar” dizisi de aynı etkinliğin karşıt yönünü oluştururlar. Fotoğraf karesinin büyük bir bölümünü kapatan bir yüzey üzerinde ışığın düştüğü bir el hareketi, bir mimik ayrıntısı, bir beden kıvrılışı, objektiften beklenebilecek etkinliğin en aza indirgenmiş biçimi, görsellik değerinin sınırlarını alabildiğine zorlamaları bakımından, bu türdeki fotoğraflarının özel bir yeri vardır. Grafiksel resmin örnekleri üzerindeki ilk çalışmalarını fazla yoğunlaştırmadan, fotoğrafın anlatım dilini çözümleme uğraşına yönelmiş, 1980’li yıllara doğru da insan bedeninin uyumlu devinimlerini, ışık efektleri eşliğinde araştırmaya yönelik bir aşamaya gelmişti.
Tam anlamıyla “pürist” bir yaklaşımı içeren bu dönem fotoğraflarını Kaygun’un “siyah” fotoğraflar olarak adlandırması, fotoğraf karesi üzerinde siyah tonun ağırlıklı bir yer almasından ötürüdür. Işığın, siyah bir zemin üzerinde, insan bedeninin ayrıntılarını, kıvrımlarını açığa vuran ve daha ilk bakışta, bir fotoğrafik soyutlama estetiğinin amaçlandığını akla getiren bu fotoğraflarda, siyah/beyazın karşıt tonları arasındaki renk geçişlerinin etkisi verilmeye çalışılır. Ton vurgusuyla, anlatımsal öğeler öne çıkarılır. Işıkla, ışık etkileriyle düzenlenmiş bedensel bir “mizansen” söz konusudur. Araştırmacı ve atılımcı tavrının yanı sıra kurallara bağlı kalmayı sevmeyen, bu nedenle de alışılmışın dışında çalışmalar yapan Kaygun, fantastik öğeleri grafik anlatımlarla desteklediği dışavurumcu yapıtlarıyla da önem kazanmıştır.
İnsan Fenomeninin Çok Yönlü Dünyası: “Sanat İnsanları”
Portre fotoğrafçılarımız, insan fenomeninin çok yönlü dünyasının, içiçe sorunları olan karmaşık yapısını çözümleyerek etkili bir biçim anlayışıyla dile getirme konusunda önemli aşamalar geçirmişlerdir. Ortaya çıkarılan yapıtlarda tipleme, ışık, renk, ton geçişleri, kadraj, istif, parça/bütün bağıntısı, atmosfer yaratma ve öz-biçim örgüsü etkileyici bir düzeye erişmiştir. Kişiye özel yoğunlaşma olarak niteleyebileceğimiz üslup ayrımı keskinlik kazanmaya başlamıştır. İşte Şahin Kaygun’un portre fotoğraflarında yukarıda sözü edilen tüm özellikler, mükemmel ve kusursuz denilecek düzeyde görülür. Şahin Kaygun, “Sanat İnsanları” adlı fotoğraf dizisinde sanatla, kültürle kaynaşmış olan insanların alışılmış portrelerini vermez. Karşısındaki “poz” veren insanlar değil, poz vermeden duran, doğal yaşamlarının izlerini, duygu ve düşünce dünyalarını dışa yansıtan “olağan” varlıklardır. Sanki bu sanat insanları, yeni bir dünyanın kapılarını açarlar.
Sanatçıları hep kendi dünyalarında ya da yapıtlarında kurdukları dünyalar içinde yansıtmayı amaçlayan “Sanat İnsanları” çalışmasında yaklaşık 400 sanatçının portrelerini çekmiştir. Bu dizisinde Herbert von Karajan, Elia Kazan, Anne-Sophie Mutter ve Wim Wenders gibi birçok ünlü yabancı sanatçı da yer almıştır. Fotoğraflarda ışığı, grafik anlatımı, sanatçıların ifadelerini ve özelliklerini teknik ve estetik yönden mükemmel bir biçimde kullanmış ve fotoğraf dilini kendine özgü anlatımıyla ortaya çıkarmıştır. Örneğin; Bedia Muvahhit, Füruzan, Füreya ve Attila İlhan gibi sanatın değişik dallarından gelen sanatçıların doğal, yalın ve gizemli bir hava yansıtan, teknik açıdan ışık ve ton geçişleri kusursuz portreleri, Mahmut Cuda, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Tomris Uyar, Salah Birsel, Adalet Ağaoğlu, Timur Selçuk, Ara Güler, Turhan Selçuk, Avni Arbaş, Burhan Uygur, Ferruh Doğan gibi daha birçok sanatçıyı, kendi olağan yaşamları içinde görüntülemiştir. Bu fotoğraflara bakıldığında herbirinin kendi sanat ortamını, gizemli dünyalarını, kişilik yansımalarını görmek olasıdır.
Şahin Kaygun’un fotoğrafları bir anı ya da belge fotoğrafı değildir. Hatta “Sanat İnsanları” fotoğraf dizisi bile bu anlamda “belgesel” değildir. Bu çalışmaları bir insanın yüzündeki, el kol hareketlerindeki gizemli anlamı bulmak istediği ve doğrudan doğruya insan gerçeğini keşfetmeye yönelik çalışmalardır. Anlam ilişkilerini derinleştirmek, sanatçıda temel araç olmuştur. Fotoğraflar tek tek değil, bir bütün halinde değerlendirildiğinde gerçekliği ışığa çıkaran ayrıntılar da bir bir çözülürler. “Sanat İnsanları” adlı çalışması sanatçının içinde yaşadığı döneme tanıklık etme sorumluluğunun bir sonucudur. Fotoğrafın ilk yıllarında Nadar’ın çektiği portreler, Avrupa’nın 19.yüzyıldaki kültürel bir portresini oluşturmuştu. Şahin Kaygun’un “Sanat İnsanları” da hemen hemen Türkiye’nin 20. yüzyıldaki sanatsal bir portresini oluşturmuştur.
“Küçük” Fotoğrafın Büyük Başarısı : Polaroid Fotoğraflar
Şahin Kaygun, fotoğraf “çekmediğini”, fotoğraf “yaptığını” belirtmiştir. Ona göre fotoğraf; makinanın sunduğu hazır görüntüyü kişisel bir vizyona dönüştürecek olanakların araştırıldığı bir alandır. Sanatın genelinde olan müdahale ya da değiştiricilik, Kaygun’un fotoğraflarında iyice yansımasını bulmuştur. Kendisi de çalışmalarında sınırsız müdahale yöntemleri uygulamış, bu nedenle de 1980’li yılların sonunda yaptığı Polaroid fotoğrafları ve 1990’lı yılların başında sergilediği resim-fotoğraf bileşimi Foto-pentür çalışmaları büyük tartışmalar yaratmıştır. 1980 yılından itibaren Şahin Kaygun’un fotoğraflarında kullandığı anlatım biçimleri ve teknikler büyük değişiklikler gösterir. Bu değişim, anlatım biçimlerinin yanı sıra fotoğrafik dil, yorum ve tema gibi önemli noktalarda da görülür. Polaroid malzemeyle ilk ciddi denemelerine ve çalışmalarına da bu yıllarda başlamış ve 1984 yılı başlarında polaroid çalışmalarını sergilemiştir. Türkiye’de o zamana kadar denenmemiş olan Polaroid çalışmaları büyük ilgi toplar, bunun yanında da tartışmalara neden olur ve fotoğraftan sapma diye nitelendirilir. Polaroid sergisini ABD’den gelen Polaroid firması Genel Başkan Yardımcısı Peter K. Eichorn da izlemiş ve çalışmaları, “Polaroid üzerine yapılmış önemli sanatsal katkılar” olarak nitelemiş, kullandığı tekniğin esiri olmadığını, aksine tekniğe hükmettiğini ve ondan yararlanarak, tekniği kullanarak sanat yapıtı ürettiğini vurgulamıştır.
Polaroid’in, dışarıdan müdahalelerle kişisel bir görsellik kalitesi kazandığını kanıtlayan işler, o zamana kadar bu türü küçümsemiş olanları şaşırtmıştır. Bir tür “şipşak” fotoğraf olarak tanımlanan ve salt acele fotoğraf talebine cevap vermekten öte bir değer taşımadığı sanılan Polaroid fotoğraf, Şahin Kaygun’un usta ellerinde yeni bir anlam kazanmıştır.
“Eski Zaman Denizlerinde”: Foto-Pentür Çalışmaları
Fotoğrafta arayışları ve deneyciliği devam eden Kaygun, farklı malzemelere yönelir. Önce siyah/beyaz fotoğrafta renk araştırmaları yapar. Renklendirici banyolarla (tonerle) siyah/beyaz fotoğraflarını renklendirmeye çalışır. Fotoğraftaki istemediği ayrıntıları silerek ya da kazıyarak ortadan kaldırır. İstediği ayrıntıları istediği yere yerleştirir. Akrilik boya kullanarak fotoğraf üzerine resim yapar. Bu basit ve bilinen teknik yöntemle Kaygun’un kolajları, fantastik kurguları, simgesel anlatımları bir araya gelince de resim-fotoğraf karışımı yapıtları ortaya çıkar.
Foto-pentürleri, bütünüyle fotoğraf teknikleri kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Kullanılan görsel öğelerin büyük bir bölümü, insan gövdeleri, oyuncak bebekler, deniz kabukları, heykeller vs. hep fotoğrafik görünümlerdedir. Foto-pentür çalışmalarıyla Kaygun, kendi platformunda gerçeküstücü bir yaklaşımla duygu ve düşünce dünyasını yeniden düzenlemek çabasındadır. Şahin Kaygun, “Eski Zaman Denizlerinde” adını verdiği fotoğraf dizisiyle ülkemizin fotoğraf ve diğer sanat çevrelerinde aynı polaroid çalışmalarında olduğu gibi yeni bir şaşkınlık ve tartışma yaratmıştı. Bu fotoğraf dizisi ise “fotoğraf üzerine resim” ya da “resim üzerine fotoğraf” yaptığı foto-pentür çalışmalarından oluşmuştu. Resimle fotoğrafın birbirini tamamlayan, birbirini destekleyen oluşumlar içinde ele alındığı bu çalışmaların resim mi yoksa fotoğraf mı olduğu konusu bir süre sanat çevrelerinde tartışılmıştı. Ancak Kaygun’un yapıtları için “fotoğraf mı yoksa resim mi?” gibi soru sormak ve tartışmak gereksiz ve çok yanlıştır. Çünkü sanatın değişik dallarını içiçe, uyumlu bir demet olarak sunan bu işi büyük bir tutkuyla her türlü kolaylıktan kaçarak, kendisini her an sorgulamaktan çekinmeden, özenle, özveriyle yapan birinin yaratıcılığını tartışmak çok yanlış ve o sanatçıya yapılan bir haksızlıktır.
Kendi kendini tekrar etmemeye özen gösteren Kaygun, son yapıtlarıyla insanlık çıkmazlarından ikiyüzlülüğü, çoğul yalnızlığı, fosilleşmeyi şiirsel bir otomatizmle sorgulamaktadır. Söz konusu çalışmalar, ona göre “resmin diliyle fotoğrafın dilini çağdaş bir noktada buluşturma”dır. Son dönem çalışmalarını bir cümleyle özetlemek gerekirse; “düşle gerçeğin zaman ötesi üçüncü boyutunun araştırılması” olduğunu söylemek mümkündür. Bu tavır aynı zamanda “fotoğraf çekmek” ile “fotoğraf yapmak” arasındaki farkı irdeleme tutkusunu sürekli canlı tutmaktadır. Özellikle yaşamının son yıllarındaki fotoğraf çalışmaları ve sanatsal yönünün çeşitliliği açısından Şahin Kaygun’un Türk fotoğraf sanatında özel bir yeri ve önemi vardır. Sürekli deneyler yapan, araştıran, farklı ve alışılmamış ürünler ortaya koyan, kendini yenileyen ve kendi kendisini aşan çok yönlü bir sanatçıdır. “Eski Zaman Denizlerinde” adlı foto-pentürlerinde ortaya koyduğu olgunluk dönemi çalışmaları gerçek anlamda bir üst dil kavrayışıdır. “Bir Fotoğrafçının Günlüğünden Notlar”, “Şeytanın Mızrakları”, “Gecenin Yalnızlığında”, “Yorgun Demlerin Eşliğinde”, “Tuhaf Bir Gün”, “Yanlış Durakta Bekleyen Adam”, “Mavinin Masal Atı”, “Mavi Saçlı Çocuk”, “Yitik Zamanın Sınırında”, “Eski Suların Kızı”, “Sesini Arayan Görüntüler” gibi daha birçok foto-pentür çalışmaları, sanatçının büyük formatlı ve her biri birer uzun film öyküsü ya da gizemli ve düşgücü yüklü yapıtlarıdır. Bu yapıtların ana maddesi fotoğraftır. Çünkü film ve fotoğraf kağıdı kullanmış, karanlık odada banyo ve agrandizman işlemi uygulamıştır. Bu yöntemle yaptığı çalışmalarını fotoğraf veya resim olarak adlandırmak yerine “foto-pentür” olarak değerlendirmek gerekir.
Fotoğraflarına fotomontaj tekniği, kazıma ve boyama yöntemi, kolaj, fotoğrafik görüntü üzerine resim yapma gibi birçok teknik ve estetik müdahaleler uygulayan Şahin Kaygun, yaratıcılığın sınırsız olanakları içinde dış gerçekleri sanatsal bir biçim anlayışıyla “yansıtmak” yerine “oluşturma”yı yeğlemiştir. Böylece özgün bir dil sentezine ulaşmış, yoruma açık ve sonsuz yorum olanaklarını mümkün kılan bir söz dizgesi oluşturmuştur. Kendi doğası içinde de düşgücü ve kurmaca olanaklarını zorlayarak düşünce düzeyinde somutlaştırmış bir sanatçıdır. Kendisine ait bir dünyayı yansıtmasıyla, kendi döneminde hemen hemen tüm fotoğrafçıların yöneldiği belgeci-gerçekçi ya da sokak fotoğrafçılığı anlayışından tümüyle ayrılmıştır. Özetle fotoğraf, resim, grafik, sinema gibi sanat alanlarını harmanlayarak çağdaş ve disiplinlerarası bir dil oluşturan Kaygun, Türk fotoğrafının avangard isimlerinden olduğunu göstermiştir. Şahin Kaygun, 1990’lı yılların sanatçılarının “bireysellik” ve “tek başına bir ekol olma” savaşımını çok önceden kazanan çok yönlü sanatçılarındandır.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
1) A.Beyhan Özdemir, “Fotoğrafik Dilyetisinin Evrimi Bağlamında Müdahale Sorunsalı”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, DEÜ SBE, 1996, İzmir
2)Kaya Özsezgin, “Şahin Kaygun: Uçurumlara Adanmış Kısa Bir Yaşam”, Türkiye’de Sanat, Plastik Sanatlar Dergisi, Mayıs-Ağustos 1993, İstanbul
3) Kaya Özsezgin, “Pürizmden Deneyselciliğe”, Bir Fotoğrafçının Günlüğünden Notlar, Promat A.Ş., İstanbul, 1992
4) Seyit Ali Ak, “Türk Fotoğrafında Portre Geleneği”, Refo Fotoğraf Sanatı Dergisi, Nisan-Haziran 1991, Sayı: 20/21
5) Şahin Kaygun, Bir Fotoğrafçının Günlüğünden Notlar, Promat A.Ş., İstanbul, 1992
6) 31.01.1991 tarihinde A.Beyhan Özdemir’in Şahin Kaygun ile yaptığı röportaj
Etiketler: kültür, sanat, fotoğraf, ileri fotoğrafçılık