GezginFoto'nun Dünü, Bugünü, Yarını
Makale

GezginFoto'nun Dünü, Bugünü, Yarını

İyi ki fotoğraf var ve iyi ki bizi bir araya getiren dergimiz var! Geride kalan 49 sayıya baktık da bir Adem Meleke röportajı yapmamışız, ayıp etmişiz! 50. sayıya yakışır diye düşündük ve uzun uzun konuştuk!

GezginFoto’nun 50. sayısı, 9. yayın yılı... İki ayda bir, “Çok yoğunuz, dergi çıkacak”ların öznesi GezginFoto’muzla geçen zaman çok hızlı, yaptığımız işler çok keyifli, açtığımız kapılar heyecan verici! GezginFoto’nun hikâyesini, amaçlarını, planlarını siz de merak ediyorsanız buyurun röportajımıza!

 Röportaj: Nihan ÖZGEN

Fotoğraflar: Adem MELEKE

Fotoğraf alanında dergi yayınlama fikri nasıl oluştu?

Fikrin oluşması, kişisel fotoğrafçılık kariyerimle bağlantılı aslında. Bir fotoğrafçı olarak hep kendimi ifade edecek ve öğrenecek mecralar aradım. 90’lardan itibaren yerli yabancı dergileri izlemeye çalıştım, onlara fotoğraflar gönderdim. Çünkü basılmayan fotoğrafın kalıcılığına inanmıyorum (Sorunun bağlamından kopmamak için dijital mecralar ile ilgili görüşümü açmayacağım). Sadece fotoğrafın kendisinin değil, tekniğinin ve tarzının da aktarılması gerektiğine inanıyorum. 2000’lerin başından itibaren basılı mecralar beni tatmin etmemeye başladı. Dijitale geçişle birlikte fotoğrafın içeriğinden çok dijitalin tekniği konuşuluyor, yazılıyordu.

Bilindik usta fotoğrafçılarla amatörler arasında bir bağ yoktu, hatta bırakın bağı, kast sistemi gibi üst sınıflar vardı ve gerisi yoktu. Örneğin 2005 ya da 2006 yılında ben İFSAK’a üye olmak için gittim ama olamadım, hikâye uzun ama sen olamazsın dediler. İşte bu boşlukta bir alan açılması gerektiğine inandım; fotoğrafı tabana yayacak, bilginin paylaşılacağı, her kesimden fotoğrafçının fotoğrafla, fotoğrafçıyla demokratik ve paralel bağ kuracağı bir alan.

Önümde iki yol vardı ya dernek kuracaktım ya yayın çıkaracaktım. Habercilik kökenli olmam beni yayına itti. Ve bir Amerika seyahati dönüşü uçakta birkaç arkadaşla yaptığımız hararetli konuşmanın ardından, kendimi İstanbul Valiliği’nde GezginFoto için yayın izni alırken buldum.

Derginin 2013 yılında yayına hazırlandığı ilk dönemde nasıl bir yol izlediniz? Yani yola nasıl çıktınız?

Yola çıkış planımız sanıldığının aksine çok netti. Sanıldığı diyorum çünkü yıllarca insanlara anlatmaya çalıştım bunu, usta fotoğrafçılar derginin teknik içeriğini zayıf buluyorlar ve kervanı yolda düzmeye çalıştığımı ima ediyorlardı. Oysa planım netti, planım diyorum lakin yayın kurulumuzla bile çatıştığım bir plandı bu plan. Ben kendi tabanı olan bir dergi tasarlıyordum, gezgin ve fotoğrafçılardan oluşan bu taban hem üretecekti hem de öğrenecekti. Yani derginin yazarı da okuyucusu da aynı mahalleden olacaktı. Tabii ki bu mahalleye usta öğreticiler de gelecekti ama bu mahalleden yeni ustalar da çıkacaktı.

Bu süreçte de yukarıda bahsettiğim usta fotoğrafçılar ile tabandakiler arasında da bir bağ kurulacaktı. Nitekim bugün dergimizde fotoğrafın en duayen kalemlerinden birisi olan Merih Akoğul hocamız yazarken, aynı sayfalarda bizim ilk sayıyı çıkardığımızda daha yeni fotoğrafa başlamış isimler de yer alıyor.

Dergiciliğin ya da yayıncılığın önemi nedir?

Bu soruyu cevaplamak bir yönü ile çok zor çünkü yaptığım işi övmek gibi anlaşılma ihtimali var. Ancak bin bir meşakkatle, özveri ile bir dergi çıkartmaya devam ediyoruz ki gerçekten önemli olduğuna inanmasam bunu yapmazdım. Didaktik bir yaklaşımla bir bilirkişi gibi değil de yaptığı işi önemseyen biri olarak neden emek verdiğimi anlatmak isterim.

Her ne kadar gezmek ve fotoğraf çekmek ilk bakışta bir eğlence aracı gibi gözükse de aslında kolektif bir belgeselciliktir, kolektif bir sanatçılıktır. Hatta Ercan Arslan usta “Bugünün fotoğrafları, yarının arkeolojik kazı alanları olacak” der. Bu kolektif belgeselciliği eğer öznellikle bağını koparmadan nesnelleştirebilirseniz o zaman belgeseliniz zamanla kıymetli bir esere dönüşür. İşte tam burada büyük bir açmazı vardır fotoğrafçının, o da fotoğrafın esere dönüşmesi için zaman gereksinimidir. Bu zaman süresince de fotoğraf kalıcı olmak zorundadır. Bugün değersiz görünen bir kare yarın çok değerli olabilir. İşte bu süreçte fotoğraf yayıncısı, dönemin fotoğraflarına yaşam alanı ve demlenmek için zaman kazandırır. Üstelik bu zamanı, sadece kendini kanıtlamış ustalara değil, fotoğrafa dün başlamış kişiye aynı şansı vermiş olursunuz.

İki örnekle açayım;

Sizin yayın yönetmenliğine başladığınız ilk zamanlardı hatırlarsınız. Bizim dışımızdaki tüm süreli fotoğraf dergileri dijitale dönmüş basılmayı bırakmışlardı, hatta biz de kimle oturup konuşsak basmaya devam etmememizi öneriyorlardı. Tam o günlerde her sayıda yaptığımız fotoğraf yarışmasını Van’ın bir köyünde ilkokul öğretmenliği yapan Yeliz Sevin’in fotoğrafı kazanmıştı. Ödülü kazanan Yeliz Hanım’ın Instagram hesabından sıkı bir okuyucumuz olduğunu, her çıkan sayımızla bir anı fotoğrafı paylaştığını gördük. Sonra aklımıza bir soru takıldı: Van’ın ücra bir köyüne dergi nasıl ulaşıyordu? Çünkü o günkü dağıtım ağımız bırakın ilçeyi, Van il merkezine bile dergi dağıtmıyordu! Yeliz Hanım’ı arayıp dergiyi nasıl edindiğini sordum, o da cevap olarak İzmir’de yaşayan ablasının dergiyi aldığını ve ona her sayıyı postaladığını söyledi. İşte o an gözyaşları ile cevabımı haykırmıştım: “Ben bu dergiyi Yeliz Hanım için çıkarıyorum ve devam etmeye mecburum!”

Hayır, arabesk yapmıyorum hatta tam tersi çok realist bir gerekçe çıkartıyorum bu hikâyeden. Bastığımız dergi, ülkenin en ücra köşesinde bile bir yer buluyordu kendine ve o bulduğu yerde yıllarca sabitkadem duracak, derdini anlatmaya devam edecekti.

İkinci örnek ise ilk örneğe belki de en uzak noktadan…

Bülent Eczacıbaşı ülkemizin en varlıklı insanlarından, mesleği ile alakalı ileri derecede eğitimli ve aynı zamanda fotoğrafçı. Yakın zamanda İstanbul Modern’in yeni binasının inşaatı sırasında çektiği fotoğraflardan oluşan bir sergi açtı. Sergisinin açılış konuşmasında iki husus çok dikkatimi çekti. Birincisi öylesine heyecanlı ve mutluydu ki her halinden bunu okuyabiliyordunuz. Ülkenin ekonomisinde, dolayısıyla kaderinde büyük söz sahibi bir iş insanı bireysel bir çabasını sergiliyor, beğenilerimize sunuyordu ve eğer beğenilirse, eğer fotoğrafları kalıcı olabilirse o da eser sahibi olarak kalıcı olacaktı. Biliyordu ki fotoğraflarının ömrü kendisininkinden de o binadan da daha uzundu.

İkinci husus ise konuşması sırasında gözümün içine bakarak (birkaç usta fotoğrafçı dostumuza da döndü aynı anda) biraz latifeli bir eda ile “Kritiklerinizde biraz esnek olun” dedi. Yani kim olursanız olun, ürettiğinizin bir eser olabilmesi için kritik edilmesi gereklidir.

Bu iki örnek üzerinde yayınımızın önemini şöyle toparlayabilirim.

Bir dergi yayınlamak demek, bu coğrafyanın her noktasında fotoğrafı izlenebilir, kritik edilebilir yapmak demek. Bir dergi yayınlamak demek, fotoğrafı kalıcı kılmak demek.

Bir dergi yayınlamak demek, fotoğrafçıyı keşfedilebilir hale getirmek demek.

Son tahlilde gelecekte bir gün Yeliz Öğretmen’in ya da Bülent Eczacıbaşı’nın bir fotoğrafının Picasso’nun Guernica tablosu kadar anlamlı ve değerli olabilme ihtimali ancak görülebilirliğine, kritik edilmiş olmasına ve kalıcılığına bağlı.

Şimdi ben sorayım size ve tüm okurlara: Fotoğraflarınızın görülebilir, kalıcı ve kritik edilebilir olduğu kaç mecra var?

Sorunuzu yanıtlamayı okurlarımıza bırakarak devam ediyorum. Bugün bu röportajı GezginFoto’nun 50. sayısı özelinde yapıyoruz. Peki, binlerce sayfayı geride bırakan GezginFoto, ona atfedilen görevi yerine getirebiliyor mu?

Jack Nicholson’un şaheser bir oyunculuk sergilediği “As Good As It Gets” filminde şöyle bir replik vardır:

-Hadi bana bir iltifat da bulun. 
-Artık antidepresanlarımı kullanıyorum.
-Bu bir iltifat mıydı, anlamadım. 
-İlaçlarımı kullanmaya başladım çünkü bende daha iyi bir insan olma arzusu uyandırıyorsun.

İşte o binlerce sayfanın ve o sayfalara emek veren siz başta olmak üzere herkesin bende uyandırdığı his bu: Her gün daha iyiye gidiyoruz ve satın alıp okuyanlar da dâhil bütün emek verenler, bende daha iyiye gitme arzusu uyandırıyor.

35 yıldır duvarımda asılı ya da bilgisayarımda ekran arka planı olarak duran bir sözü vardır Samuel Becket’e ait:

“Yine denedin, yine yenildin.

Yine dene, yine yenil!

Ama bu sefer daha iyi yenil!”

Ben 50 sayıda atfedilen görevi yerine getirmeyi denedim, takdir okuyucunun ama beğenseler de beğenmeseler de daha iyisi için denemeye devam edeceğim.

Bir sonraki 50 sayı için farklı planlar yapıyor musunuz?

Pek tabi ki. Yani bu sorunun alt metnini aynı zamanda “Dergi çıkmaya devam edecek mi?” diye okuyorum. Yola çıkış hikâyesinde planımdan bahsetmiştim. Şimdi ikinci elli, inşallah üçüncü ellide planımız ortaya bir fotoğraf ekolü koymak. Daha doğrusu Türk fotoğrafçılık ekolünün oluşmasına katkı sağlamak. Bu nedenle hem fotoğraf dosyalarında hem gezi yazılarının daha akademik bir seviyeye dönüşmesini istiyorum. Aynı zamanda GezginFoto’yu sadece bir dergi olmaktan çıkarıp, bir platform haline dönüştürme planlarımız var. Geçtiğimiz yıllarda eğitimlerimizle, gezilerimizle birkaç adım atmıştık bu yolda, şimdi adımlarımızı çoğaltma zamanı diye düşünüyorum.

Ülkemizde yayıncılığın zorlukları neler?

Aramızdan ayrılmadan kısa bir süre önce hepimizin ustası Ara Güler dergiyi karıştırıp gözlerini devirerek bana bakıp şöyle demişti, “Patron adamsın, çok para gidiyordur buna”. Ara Usta’nın bu cümlesi sanırım en büyük zorluğu anlatmama yetmiştir. Dürüst olmak gerekirse maddi olarak bir zorluk çekmiyorum! Çünkü ben 25 yıllık iş adamıyım, orta halli bir şirketim ve tasarruf edebilecek kadar bir gelirim var (Eşim ile röportaj yaparken atlamayayım, gelirimiz var J) ve tasarruf etmek, mal mülk almak yerine kazandığım parayı dergiye harcıyorum, nasipse harcamaya da devam edeceğim.

Esas zorlandığım konu, fotoğrafçıyım diyenlerin dergiye olan ilgisizliği. Zorlanıyorum çünkü anlayamıyorum. Bu konuyu açmak istemiyorum, bu kadarından anlaşılmıştır eminim.

Fotoğraf: Ercan Arslan

Ekleyeceğiniz bir şey var mı?

GezginFoto’da büyük emeği olan siz, Yüksel Altun, Sadık Üçok, Ercan Arslan ve adını buralara sığdıramadığım yazarlarımıza, reklam verenlerimize ve tüm okurlarımıza sonsuz teşekkür ediyorum.

Yine Jack Nicholson’un oynadığı başka bir şaheser olan Guguk Kuşu filminden bir replikle bitirmek ve tüm kritiklere saygı duymakla birlikte şunu söylemek istiyorum:

“Ama denedim, öyle değil mi? Lanet olsun, hiç olmazsa bunu yaptım!”

 

Etiketler: fotoğraf, ileri fotoğrafçılık

Yazdır e-Posta